Monday, February 24, 2014

İKİ YENİ BEBEK VE BİR YASTIK

Uuuuu ne kadar da çalışkanım yahuuuu!
Bu postta uzun zamandır isteyip de bi türlü yapamadığım bebekleri ve bir de benim şahsi olarak çok şirin bulduğum bir yastığı yaptığımı müjdelemek istedim sizlere dostlar.

İlk olarak yastığı anlatayım. Arada bebeklerin o yoğun detaylı hallerinden sıkılıp basit görünen birşeyler yapma gereği duyuyorum. Nadiren de olsa oluyor bu. Basit birşeyler yapmak istediğim için bu yastığa toka, fiyonk vs eklemedim. Böyle düz bişey olsun istedim :)

 

 


İkinci olarak da hep internette gezinirken bayıldığım Maileg tavşanlarından yaptım :)

 

 

 

 


En sona da en kıymetlimi sakladım. Çünkü bu kızımı kendim tasarladım :) Birçok bez bebekten ilham aldığımı söylemem gerek yalnız. İsmini de İpek koydum :)

 

 

 

 

 


İşte böyleee :) Bugün lafı çok uzatamıyorum çünkü yapmam gereken işler var :)
Sizlerle paylaşmak istedim iki arada bir derede.
Kocaman sevgiler!

Wednesday, February 19, 2014

BU SEFER BAŞLIKSIZ OLSUN YAZI

Yahu geçenlerde demiştim di mi; yazılarıma başlık bulurken çok zorlanıyorum! Allahım o nasıl zorlu bir süreçtir yarabbim. Bu sefer de ööyyyle bıraktım. Yapacak bişey yok, öyle her seferinde başlıklı olursa kıymeti kalmaz.
Ay ben bu sabah bi içim geçmiş uyandım ki dostlar sormayın. Dilimde şu ve benzeri şu şarkılarla. Kalktım böyle aheste aheste çayımı demledim pıtı pıtı adımlarla. İşte efendim kahvaltı sofrasını hazırladım falan. Gittim eşimi uyandırdım (e tabi ki de evinin kadını olaraktan kahvaltıyı hazır ediyorum, çayını koyup şekerini ekliyorum ve hatta belki bazen biraz çayı karıştırıyo bile olabilirim, ondan sonra uyandırıyorum eşimi. Ya ne olacaaadı? "Aaa aşkişkooommm bu sabah da kahvaltıyı sen hazırlasana tostişiiiiimmm." mi diyecektim? Yooo dostum yooo ona gelemez bu adam. Sabahları yorgunsam, hala uyanamıyorsam bana yapacağı maksimum iyilik "Sen yat hayatım ben poğça alırım pastaneden" olur ki ona da çok şükür. Sanırım parantezi kapatmayı unuttum. En iyisi burada kapatayım). İşte öyle yani, kahvaltımızı ettik, beyimi işe uğurladım, bi çay daha içtim masada. İki gündür de işlerimi toparlamışım, böyle kendime azcık vakit ayırasım var falan, tam o sırada aklıma canım blogum geldi. Ah hanimiş de hanimiş diyip blogumu ziyarete geldim. Bilgisayar başına oturunca bi üşüme geldi, gittim örgü şalımı falan aldım omzuma. "Hah" dedim "şimmmdi olduuuu", açtım Şevval Sam'ımı da, sanırsın 85 yaşındayım. Bi okuma gözlüğüm eksik gözümde yani. En yapacak bişiy yok, arada oluyor böyle. Enerji enerji nereye kadar, di mi canım arkadaşlarım?
Lafı çok uzattım, iki fotoğraf koyayım da renk olsun.


Kahvaltı tabağımız ^_^
Dostlar sağ ayağımda bir sıkıntı var. Ben spora gidiyorum da spastik bi ayakkabı ile gidiyordum. En son yaptığım yürüyüşten sonra (ki 8.9km yürüdüm) bi sızlamaya başladı. Ya dedim yorgunluktandır. Sonra geçen haftasonu (15-16 eylül) İstanbul'da bir workshop yaptık. Bak cuma akşamı Ankara-İstanbul, cumartesi 11:00-17:00 arası workshop, ve o saatten pazar sabaha karşı 04:30'a kadar yaldır yaldır İstanbul, pazar günü tekrar 11:00-17:30 workshop ve en nihayetinde pazar akşamı İstanbul-Ankara. Eve geldik ya, o an dedim ki hani şu bacaklarımı dizden aşşaaa alın komple de kurtarın beni bu ağrıdan yani. Arkadaş acımdan ağlıycam resmen. Ama gezerken çok iyi o ayrı :) Ve bakın çarşamba oldu hala daha sağ ayağım ve bileğim acıyor. O yüzden dün de spora gidemedim. Mümkün değil yani gitmem. Dua ediyorum ki lif kopması, cart kayması, curt zedelenmesi tarzı bişey olmasın. Tek sebebi benim gezentiliğim, koşturmacılığım olsun. Lüffen Allaaam ^.^
Bunlar da workshopumuzdan kareler :) Çok eğlendik yalnız ya offff :)

 

 

 


İki gündür sersem gibiyim. Bide pazartesi salı dediğim gibi evin işlerini toparladım falan.. Off yani off..
Allahtan Ankara'da hava yaz gibi de en azından ne kadar yorgun olsam da enerji geliyor.
Eeee sizde ne haber? İstanbul'da hava haftasonu güzeldi de şimdi sisliymiş, bulutluymuş falan diyorlar :) Artık sisli havada denizinize bakar mutlu olursunuz :)) Üff bıktık artık şu deniz var da deniz var muhabbetinden. Hayır ben de İstanbul'da okudum yani, 5.5 sene yaşadım orda ama hiç de ay aman deniz de deniz demiyorum. O saçma kalabalık başka türlü çekilmez de ondan böyle abartıyorlar orada yaşayanlar :))
Hadi ben kaçıyorum. Aaa bakın giderken size bi güzellik yapayım. Cumartesi gece 4:30'a kadar naptın diyenlere kimleri dinlediğimi göstereyim. Arkadaşlarımız olur kendileri. Dikkat bu şarkı bağımlılık yapabilir. Ben dinledikçe ağlamak istiyorum ühühüüüü :)
Hadi gittim.

 

Wednesday, February 5, 2014

İÇİMDE Bİ MARTHA STEWART VARMIŞ MEĞER

Ama elimden tutanım yokmuş dostlar. Ah kara bahtım kem talihim. Ah ah ahhh (aklıma şu geldi :)) )
Aaa bu arada size şeyi anlatmadım; bi gün gene Paris'teyiz, Cafe de Flore'da oturuyoruz :p ya işte bi kere gittik ya buraya o seferde demek istedim :) Orda cafeler böyle kaldırıma dizilmiş minicik masalar ve her masada iki tane yola bakan sandalye konseptini kullanıyor. İçeride de yerleri var ama işte bi parizyen olarak biz tabi serildik kaldırımdaki masalara, aval aval etrafa bakıyoruz. Yani ama şimdi dostlar kendinizi bizim yerimize koyun, kafanızda bi canlandırın ambiyansı, sonra dürüstçe söyleyin afallamak hakkımız değil mi? Saint-Germain Bulvarı'nda bi köşede bu cafe ve Sartre, Albert Camus vs gibi ünlü kişilikleri vaktinde ağırlamış bi mekan. Gerçi biz dünya tarihinin şekillenip değiştiği anlara tanıklık etmiş şehirlerde yaşamış, okumuş insanlarız düşününce ama işte turistsin ya sana bi ilgi çekici geliyor ecnebi cafesinin edebi tarihi :)
Neyse işte böyle bulvar boyunca ünlü markaların mağazaları falan var hep, tasarımcıların yerleri falan var. O yüzden aval aval bakınıyoruz etrafa. Ay bi anda önümüzden Martha Stewart geçmez mi! Ana dedim! Eşim git konuş fotoğrafınızı falan çekeyim dedi. Yaa dedim ne diycem kadına, "miriba ben turistim de bi fotooo?". Ay dedim Martha kim yaa paçooozzzz, ne gidip de kendi asaletimi bozucam şurda mis gibi cafe de flore'da oturuyorum hıhhh. Kadın fıııttt dedi geçti önümden. Sonra ben pişman oldum tabi. Ya dedim sonuçta asil bi şekilde elimi uzatıp yüzümde sahte bi gülümsemeyle "haaay martaaa, hav ar yuu" diyebilirdim kadına. Kocim de o esnada masadan bi paparazzi edasıyla fotoğrafımızı çeker basına sızdırırdı "şok şok şok Ankara sostetesinin önde gelen isimleri Amerika sosyetesinin önde gelen isimleriyle Paris cafelerinde iki lafın belini kırdı" diye. Netice? Ben aşağıdaki kavanozları yaptım da hikayemi de size anlattım. Kadın şu an muhtemelen özel jetinin jakuzisinde suları köpürte köpürte yeni sezondan hangi parçaları alsam diye düşünüyodur. Pehhhh :))


Benim uyduruk kavanozlarım Paşabahçenin her yerde satılan, boyamadan kullanan görürlerse de dövdükleri kavanozlardan dostlar. Onları bi boyadım, boyutlu dekupaj falan yaptım 2-3 sene önce. Şimdi sıkıldım. Napsam napsam diye düşünürken ya dedim atayım dolaba, içine mercimek, pirinç falan koyarım durur. Sonra fikrim geldi! Aldım elime danteli, çiçekleri, yapıştırıcıyı başladım doğaçlama takılmaya. Dedim ben bunları zaten dolap içine koymayı göze almışım, bi 2-3 sene daha böyle kullanayım, yine sıkılırsam o zaman bakarız çaresine. Sonuç aşağıdaki gibi oldu işte.


Çok sevdim ben :) Ama o akşam yemek yoktu misal evde. Adam işten aç gelmiş, kadın masada bi elinde dantel bi elinde yapıştırıcı :) Sağolsun hiç sesini çıkarmaz öyle durumlarda. Beni kendi halime bırakır :)) "Bu akşam kahvaltı mı etsek, canım öyle basit bişiyler yemek istedi, bi şişkinlik mi var bende nedir, formumu korumam lazım" bıdı bıdı konuşurum, "tabi aşkım tabi kahvaltı edelim" der hemen :)) Amaan napayım canım aaa arada öyle olur alla allaaa :p

İki uyduruk kavanoza bu kadar hikaye yazmak da görülmüş şey değil. Maksat muhabbet olsun tabi. Gönül muhabbet ister kavanoz bahane dostlar.
Hadi sevgiler selamlar hepinize. Haftayı da ortaladık oh missss. Akşama da muhteşem yüzyıl var daha da misss :)
Ooollduuuu görüşürüüüüüzzzzz!..

DIŞARIDAN KENDİNE BAKMAK

Şöyle bir dışarıdan kendime baktım bu akşam. Amacım bu değildi aslında. Boş boş internette dolanırken blogum aklıma geldi. Sonra " hang...